“İktidar her yerdedir.
Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve iş yerindedir iktidar. İktidar, kodlamada: kapatılmada, yasaklamada, baskıda, gözetlemede, denetlemede ve yönetmededir.
Okulda okuduğumuz kitapta, evde karşılaştığımız baskıda, gönderildiğimiz odamızda, kilitlendiğimiz tuvalette, sokakta gördüğümüz şiddette, yediğimiz tokatta, tekmede, coptadır. Hastanede yediğimiz sakinleştirici iğnededir, klinikte bilinçaltımıza ulaşmaya çalışılan sözcüklerdedir İktidar.
Politikacıların nutukları, anne ve babanın tavsiyeleri, öğretmenin cetveli ve komutanın sana verdiği tüfektedir iktidar.
Aynı giydiğimiz önlükte, üniformada, takım elbisede, tulumdadır.
İş yerinde bayan yöneticinin yere vuran uzun topuğunda, askerde rütbelinin botlarının parlaklığındadır.
İktidar yönetmekte ve yönetilmektedir. İktidar yalnızca baskı uygulamaktan bastırmaktan, engel çıkarmaktan, cezalandırmaktan ibaret olmadığını, arzuyu yaratarak, zevki kışkırtarak, bilgiyi üreterek; bundan daha derine nüfuz ettiğini de göstermektedir.
İktidar bedeni çalıştırır, davranışa nüfuz eder, arzu ve zevkle iç içe girer. İktidar her yerdedir, direniş de.”
Çoğumuzun muhakkak bir yerlerde gördüğü işittiği o Foucault söylemlerinden biridir bu. İktidarın önem arz ettiği noktada karşımızda devleti görürüz. Peki devlet varlığını nasıl korumalıdır? Sınırlarını hangi ölçüde belirlemelidir? Karşımıza bu bağlamda iki düşünce çıkıyor. Bugün sizler için bunu detaylandıracağım.
Minarşizm
Liberteryenizmin bir akımı olarak nitelendirdiğimiz bu kavramda minimal devleti görüyoruz. Bu düşünceye göre devletin yapması gereken savunmayı orduyla, polisle, jandarmayla kontrol altında tutup can ve mal güvenliğini sağlamak yargı-yasamayla hukuki sürerliliği devam ettirmek ve diplomasiyi dengede tutmak. Ekonomik ve tüm sosyal sorumluluklar devletten bağımsız olarak toplumun yönetmesi gereken kurallardır.
Bu akımı benimseyen bireyler için savunma alanı dışındaki her toplumsal sorunun devlet tarafından kontrolü özgürlüğe atılmış bir zincirdir. Bana sorarsanız minimal devlet anlayışı günümüzde devamı yapılamayacak kadar ütopik bir süreç. Şu an karşılaşmamızın fazlasıyla güç olduğu bu düşünce akımında, sistem gerçekten devletin tekelinde tuttuğu ölçütlerle sınırlı kalsaydı bireyler kalanı nasıl yönetecekti? Toplumun yaratacağı kümeler, devleti arkada tutma fikri bireylerin oluşturması muhtemel kaoslarını azaltır mıydı?
Siz değerli okuyucularımın bu konu üzerinde düşünmesini istiyorum. Devletin kontrolü tutma algısı ne derece kısıtlayıcı ne derece gerekli? Çizgiyi nerede belirlemek gerek? Tartışmaya yön veren konumuz bu esasen. Akımın yaşanması dahilindeki varsayımlar sürekli kendini yenileyeceğinden bir diğer akımı da değerlendirmeye sunuyorum: anarko-kapitalizm.
Anarko-Kapitalizm
Anarşizmin ekonomi, mülkiyet ve türevleri olarak dallandığı bir yapılanmadır. Devletin savunma alanında dahi varlığını reddeder, güvenliği de minarşizmin ekonomi ve sosyal alanda düşündüğü gibi kar amacı güden ya da gönüllü örgütlenmelerle devleti dışarıda bırakarak bireylerin yönetmesi gerektiğini savunur.
Polis-jandarma gücü olmadan devlet kontrolü dışında kurulan, özel sektörle sağlanan savunma sisteminin bireyin üzerindeki baskıyı azaltıp serbest piyasa ve sosyal kuruluşlarının aktifliğini arttıracağını düşündürür bu inanış. Peki rekabete dayalı şirketlerle kurulacak olan bu düzenin toplumun refah seviyesini arttırıp özgürlüğü sürdürebilir kılma olasılığı nedir? Ya da ne derece işlerliği vardır? Toplumun elinde tuttuğu yönetim, düzenin devamı açısından ne düzeyde etkili olacaktır?
Bu gibi düşünce akımları çoğu birey için mantıklı olmasa da devletin her noktada var olmasının ne derece sağlıklı olduğunu sorgulayabilmek için iyi bir kapı aralıyor. Devletin varlığı önemli midir? İktidar müdahalesi sınırı nasıl belirlenmeli? Siz değerli okuyucularımın üzerinde düşünüp yorumlamasını umut ediyorum. Yeni bir iktidar oluşumu yazımla haftaya buluşmamız dileklerimle.
Kaynakça: 1
Beyza Altıntaş
Related posts
1 Comment
Bir cevap yazın Cevabı iptal et
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Abone Ol
Haber bültenimize abone ol!
Fikrimce devlet denilen sey ilkel olarak, ikinci toplumsal is bolumu ile ayrilan savasci-gocebelerin ciftci-yerlesikler uzerindeki baskisi ve egemenligi ile ortaya cikti. Ürerilen fazla urun, toplumsal artiyla uygarliga gecildigi asikar. Calisan- calismayan ayrimi ile birlikte zamanla din adami olacak buyuculer( Mezopotamya’da ozellikle) toplumsal artinin denetimini ele gecirdi. Buyuculer, askerlerle toplumsal hiyerarsinin tepesine oturdu. Tarimdan bagimsiz duzlemde ise bu yonetim kudreti ile “devlet” denen sey meydana geldi. Denetleyen egemen katman, yonetici kadro, yasalar, memurlar ve zorlama araclari ile kent devleti ortaya cikti zamanla. Yoneten ve yonetilen arasinda siyasi bir farklilasma da bu donemde yasandi…
Gunumuz devletinde de temel ayrim yoneten-yonetilen arasinda. Yonetenler iktidari mesrulastirmak icin yonetilenlerden riza ve itaat bekler. Bunu iktidarlarinin mesruiyet kaynagi olarak gorurler. Gelgelelim devlet, en ustun iktidara yani egemenlige sahip olmak icin cebir kullanmak zorundadir. Zaten siyasal iktidarin da alamet-i farikasi kuvvet ve zor kullanabilmesidir.. Devleti alelade bir orgutlenmeden ayiransa bu cebrin niceliginin cok buyuk olmasidir ( zaten hukuk deyince de akla devlet zoru gelir, devlet kurallarini dolasima sokmustur)
Devletin Hobbes’un Leviathan’indaki gibi mi tartisilir ama bireyler karsisinda korkunc guclu oldugu gercektir . Ve bence devlet, bence toplumsal yasamin devami, kisinin saglikli sekilde yasamina devam etmesi, guvenligi vs gibi konularda varligi onemli bir aygittir ütopist olmazsak, hele hele ulus devletler caginda..Ote yandan gunumuzdeki modern devletlerin gucleri dizginlenemez halde oldugunu da yadsimamali. Bu noktada devletin karsisinda bireyi, bireyin hak ve ozgurluklerini kimin koruyacagi; ozgurlugun hangi modelle saglanacagi cok onemli. Devlet; nihayetinde insanlardan olusmus bir soyutlama, bir tuzel kisidir. Devletin iktidari yoneticilere degil devletin kisiligine ait olmali. Modern anlamda bir devlette, gunumuzdeki devlet yapilanmalarinda yoneticinin ya da kamu gorevlilerinin subjektif taleplerde bulunmaya hakki olmamali. Yoksa 14. Lui nin L’etat, cest moi demesi gibi (devlet benim) bir durum kacinilmaz olur. Ve hatta belki su anda devletlerin cogunun totaliterlik potansiyeli bu durumdan bile daha gucludur. Cunku artik hepimiz denetim altindayiz, egemenligin denetleme islevi ekstremlesti, gelismis teknoloji butun mesafeleri ortadan kaldirdi. Iktidarin mudahalelerinin sinirlari da hukuk devleti konsepti icinde belirlenmeli diye bu ortamda diye dusunuyorum. Mutlak iktidar ve hukuk devleti( kurulmus iktidarlar:yasama yurutme yargi) ayriminin belirginlesecegi bir cagdan geciyoruz. Dusuncelerim ve yorumlarim bu sekilde 🙂 yazi icin cok tesekkurler, begenerek okudum ve dusundum.