Selamlar Sayın Kreatifbiri okuyucuları. Bu zorlu karantina günlerinde hayatımızı ve dünyayı sorgularken seçimler üzerine bir yazı yazma kararı aldım.
Seçim nedir? Bir seçimin diğerine göre üstün olduğuna nasıl karar veririz? Bir yerden sonra her seçim bir noktada kesişir mi? Her seçimde aynı kalacak belirli durum ve olgulara sahip olabilir miyiz? Kendimize yeni seçimler yaratabilecek olsak öykülerimiz de yeni olur muydu? Bir yaşama sahip olabilmek, öykülere sahip olabilmek midir? Peki bir yaşama sahip olabilmek nedir?
Sanırım çok şey birikti içimde, hadi biraz bunlar üzerine konuşalım.
Sinema, Olasılıklar Ve Varoluş
Geçen gün internette gezinirken önüme eskiden izlediğim bir “Mr. Nobody” sahnesi çıktı. Biraz da bununla beraber yazma isteği hasıl oldu içimde.
Mr. Nobody, bize nasıl bir dünya düşündürmüştü? Eğer her seçimimizi, her olasılığımızı fark edebiliyor olsaydık bu nasıl bir son yaratırdı? Eğer bir seçimimiz olmasaydı var olmuş olacak mıydık?
Gözlerinizi kapatın ve bu yazdıklarımı okuduktan sonra birçok seçim hakkına sahip olduğunuzu hayal edin. Binlerce seçeneğiniz, binlerce olasılığınız var ve her yola da girebiliyorsunuz. Hangi yol sizin yolunuz olurdu? Hangi tercihi yapmak ve hangisinde sabit kalmak sizi, sizin için doğru ve gerçek bir yaşam olgusu olduğuna inandırabilirdi? Bu sonsuz kümede her şey birbirinden gerçek ve bir o kadar da kurgu gelmedi mi? Bu durumda kendi yaşadığımızın yeteri kadar gerçek olduğundan nasıl emin olabiliyoruz? Kelebek etkisi her sonsuz seçimde, her sonsuz başlangıcın sebebi de değil mi?
Bu filmle beraber bu konuyu sorgulamanıza yardımcı olan başka bir filmden daha bahsetmek istiyorum: Przypadek, muhteşem bir Kieslowski filmi. Burada kahramanımız bir tren olayını üç farklı şekilde yaşıyor ve yaşadığı birkaç saniyelik bir olayın tüm hayatını baştan sona değiştirdiği yeni bir yaşam döngüsünde buluyor kendini. Kieslowski, bu konudaki görüşünü filmde karakterin üç farklı yaşamını da aynı sonla bitirerek gösteriyor. Bu olasılıklar denizinde yaşadığımız her olayın aynı bitişe sahip olma ihtimali mümkün mü sizce de?
Jeff Malpas, Robert C. Solomon – “Ölüm ve Felsefe”
Bu konuya ele almışken birkaç felsefeciden de bahsetmiş olmak adına Malpas ve Solomon’un Ölüm Ve Felsefe kitabını tekrar inceledim. Bu bölümü birkaç kere okumanızda fayda var çünkü kurulan cümleler, yapılan alıntılar ve kavramın tanımlanışı zor olduğundan konunun anlaşılması da zor olacaktır. Bu kitapta yazarlarımız, aynı az önceki filmlerde olduğu gibi varoluşumuzdan nasıl bu kadar emin olduğumuzu ve ölümün bir yaşamın bitişi olma ihtimalini sorguluyor.
Eğer biz sonsuz seçim kümesindeysek bu sonsuz öykü kümesi yaratıyor demek değil midir? Eğer ölüm bir son olmasa ve gerekli seçimlere sahip olmasak hayatımız bir anlam kazanır mı? Ölümden söz açılmışken Parfitt’in şu sözünden de bahsetmek gerek: “Ölüm bizim için korku içermemelidir çünkü özdeşlik için önemli olan şey tam da belli tutum ve değerlerin sürekliliği ve bunların herhangi bir bedenli yaratığın varoluşunda bağımsız olarak sürebilmeleridir.” Bu ne demek peki? Benim ölümüm, başka bir nesneye anlam kazandırabilir mi? Benim varoluşum ya da olmayışım diğer tüm var olduğuna inandığımız şeyleri bir anda yok eder ya da aynı özdeşliği onlara sunabilir mi? Buna cevabımız ne yazık ki hayır olacak.
Birey olarak ben, kendim dışında hiçbir şeyi ifade edemem ve nesnelleştiremem dostlarım çünkü kalıcılık ancak bütünün oluşturabileceği bir kavramdır. Ricoeur da bunu sorgular ve şöyle der: “Gerçekten eğer şeyin kimin için önem taşıyıp taşımadığını soramıyorsak neyin önemli olduğunu kendimize nasıl sorabiliriz? Neyin önem taşıdığı veya taşımadığını sormak, kendin olmanın gerçekten bileşeni gibi görünen kendini düşünmeye bağlı değil midir?“
Tamam, zihninizi yordum, farkındayım. Hadi şimdi bunu yavaşça düşünelim. Bir durum yaşanılıyor. Kim için önem taşıyor? Benim öyküm bir bütün için önem taşır mı? Bir öykü diğer öykülere hükmedebilir mi? Peki, edemiyorsa benim öyküm gerçekten anlam ifade eder mi sayın okurlar? Ancak sonsuz öykülerle bir anlam yaratabilirsek bir öykü aslında hiç demek değil midir?
Seçimlerin Manasızlığı Üzerine
Evet, hadi bakalım bunları toparlayalım şimdi birlikte. Sonsuzluktayız. Başı olmayan, sonu olmayan, uçsuz bucaksız o tercihlerin içinde yürüyoruz. Bu bana bir öykü yaratmazdı. İnsan öyküsü olduğu derecede yaşadığını hisseder. Başı olan ve sonu olan bir alanda olduğumuzu düşünmeseydik hiçbir şey seçemezdik. Hiçbir seçimin diğerinden iyi olma ihtimali kalmazdı. Sonu olmayan bir alan bize öykü de yaratmayacaktır.
Birçok farklı öyküde olduğumu kurgulayayım şimdi de. Her öyküde farklı insanlar, farklı çevreler, kesişen farklı hayatlar… Bu kadar çok olasılıkta yaşadığım hayatlardan hangisinin ne denli iyi bir seçenek olduğunu bilme ihtimalim mümkün görünmüyor. Birinde dünyayı baştan yaratma hedefi olan bir Beyza, diğerinde dünyanın estetiğini içinde yaşamayı isteyen bir Beyza var diyelim. Dünya düzenine bir şeyler katmak isteyen Beyza’nın, hayatı kendi zihninde yaşamak isteyen Beyza’dan daha iyi olacağına nasıl ve hangi yetkiyle karar verebiliriz?
İşte Kieslowski tam da bu sebepten Przypadek filminde kahramanının öyküsünü hep aynı sonla bitirir çünkü benim hiçbir öyküm diğerinden daha iyi değil. Sizin yaşadığınız hiçbir durum diğerinden daha iyi değil çünkü sonsuzluk hiçliktir. Hepsi bir diğeri kadar manalı ve bir diğeri kadar manasızdır.
Kapanışı Mr. Nobody’de de geçen o muhteşem Tennessee Williams sözüyle yapayım: “Everything could’ve been anything else and it would have just as much meaning. (Her şey herhangi başka bir şey olabilirdi ve yine de büyük anlam taşırdı.)”
Mümkün gibi değilse de iyi bir hafta temennilerimle…
Editör: Berfincan Doğan
Beyza Altıntaş
Related posts
1 Comment
Bir cevap yazın Cevabı iptal et
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Abone Ol
Haber bültenimize abone ol!
Deterministik düşünce şekli buradaki soruların bir çoğuna tatmin edici yanıtlar veriyor gibi görünüyor. Öncelikle kendimizi öyküleri yaratan ya da var olma sebebi olan bir neden olarak görmediğimiz bir bakış açısı yardımcı olacaktır. Bunun yerine başı ve sonu belli tek bir öyküdeki önem derecesi birbiriyle tamamen aynı ayrıntılardan birisi olabiliriz. Zaten bana kalırsa seçimlerin ve bunların yarattığı ihtimallerin tamamen kişiye ve de var oluşuna bağlı olma fikri; bir kum tanesiyle, bir taşla ya da yaprakla aynı önem derecesine sahip olma düşüncesine katlanamamaktan doğmuştur.
Mr.Nobdy filminde de değinilen ve her seçimin, her hayatın ve dolayısıyla her kişinin aynı derecede özel olması deyişini de bu aciziyete yorabiliriz. Bu, baktığımızda basit ve yaygın bir fikirle aynı mantığı içerir. Bir ırkın diğerinden daha özel, üstün olamayacağı fikri. Irkların birbirinden farklı tarafları onları diğerinden eksik ya da fazla yapmaz. Bu hemen her mantıklı zihnin kabul gördüğü fikir, aslen insanoğlunun kendi ırkını seçemiyor oluşundan doğar.
Aynı mantıkla bir seçim diğerinden üstün veya özel olamaz. Çünkü aslında insanın seçim yapma yetisi düşmekte olan bir yapraktan daha fazla değildir. İnsanoğlunun doğası bu gerçeğe zıt düşünmeye ve yaşamaya meyillidir.
Ona da kısaca şöyle değineyim: Ricour’un bahsettiği gibi özel olma kavramı nesnel tanımlanamaz. Bu da insanoğlunun ikiyüzlülüğün temelini oluşturur. Deterministik düşünelim ya da düşünmeyelim bir yaşayışın diğerinden özel olamayacağı kanısına varırken, bunu hayatına uygulayabilen tek bir insan yoktur. Bir çok eylemi diğerinden üstün görmekle kalmaz, güzeli çirkinden, yetenekliyi yeteneksizden, akıllıyı aptaldan öne koyarız. Dahası bir hayatı diğerinden kıymetli görmek yine çok sık yaptığımız davranışlardandır. Tüm bu reddediş, öznel yargılar ve davranışlarımızın temelinde insan olmanın zaafları, güdülerimiz yatıyor. Bir gün bir kum tanesine ya da bir toza insanla aynı değeri biçecek üstünlüğe ulaşabilirsek aradığımız doğrulara ulaşmak mümkün olur zannediyorum.